http://grooveshark.com/s/Ey+Sareban/4IOW7V?src=5
Hafiften bir rüzgâr esiyor ve içimi ısıtan bir müzik çalıyor.
Göçmen kuşlar geri geldi, dondurucu soğuklar, şiddetli
yağmurlar gitti.
Ağaçlarda çiçekler açtı, cemreler sırayla düştü.
Uzun kış geceleri yerini uzun güneşli günlere bıraktı.
Ve bahar geldi.
Hoş geldi.
Baharın gelişini dört gözle bekler dururum her sene,
günlerimi, aylarımı, mevsimlerimi bahara göre şekillendiririm. Bahar yeniden
başlamaktır benim için, yenilenmektir…
Sen her sene gel bahar, yine gel, gene gel, içimi ısıt,
sayfalarıma düşen eğri büğrü harfler ol, ama gel. Mutlaka gel…
Biliyorsun, sen gelince bir yıl daha geçiyor ömrümden, bir
yıl daha kaybediyorum, bir yıl daha uzaklaşıyorum çocukluğumdan ve bir yıl daha
eskitiyorum ömrümü…
Bir yıl…
Bahar, bugün 8 Nisan, bugün doğum günüm, doğum günüm kutlu
olsun…
*
Korkuyorum
Korkmuyorum
Korkuyorum
Korkmuyorum.
Baharın gelişiyle birlikte eskiyen ömrümün korkularını papatya
fallarına bıraktım. Öyle çok şeyden korkar olmuşum ki artık, nelerden
korktuğumu, nelerden korkmamam gerektiğini ve neleri korkutmak istediğini
karıştırmaya başladım. Oysa eskiden ne kadar güzeldi, bir karanlıktan
korkardım, birde yatağımın altına saklanan gulyabanilerden. Yıllar geçti,
büyüdüm, korkularım da değişti, korkularım da büyüdü. Papatya falları,
korkularımı halının altına süpürsem, kimse görmese, bilmese, korkularımdan
kurtulabilir miyim?
Kaybetmekten korkmayan var mı?
Sahip olduklarınızı, sevdiklerinizi, kıymetlilerinizi,
hislerinizi, gözyaşlarınızı, masumluğunuzu, saflığınızı, hayallerinizi,
sırlarınızı, dostlarınızı, kırgınlıklarınızı, umutlarınızı, yalnızlıklarınızı…
Bu liste yıllar ilerledikçe uzamaya devam ediyor…
İnsan çocukluğundan uzaklaştıkça yitiriyor saflığını ve
yaşamanın yükünü omuzlarında taşınmaz oluyor…
*
Ömrünün iki nefes arasında olduğunu zor olsa da öğreniyor
insan. Zaman geçtikçe genişleyen bir çevre ama değer kalitesi bakımından azalan
dostluklar, teknoloji sayesinde kolaylaşan iletişim ağına rağmen aramıza giren
görünmez mesafeler, aşılamayan mesafeler, mesafeler. Özlüyor insan, elini
çenesine koyup gözlerini kapatınca, önce özlediğini fark ediyor. Geçmişin
gizemli sayfaları arasında yaşanan her güzel anıyı daha dünmüş gibi
hatırlayarak özlüyor. Sonra hasretlik düşüyor kalbine, sonra arzu, istek ve
tekrardan özlem.
*
Bugün benim doğum günüm ve her yıl bir yazı yazarak
gülümsüyorum kendime. Çünkü yazı yazarak veriyorum en güzel hediyeyi kendime ve
yazı yazarak yavaşlatıyorum hayatın ritmini ve yazı yazarak dur diyebiliyorum
kalbimi saran korkulara. Bir yazı nelere kadirmiş, değil mi?
Zeynep Reyyan, yaklaşık iki yıl önce hayatıma girdi ve her
geçen gün daha büyük bir alanı parselliyor. Her şey bir kenara, başını şöyle
hafifçe kaldırıp, “Babba,” demesi yetiyor. Baba olmak ne zor işmiş. Babamın
katlandığı zorlukları şimdi çok daha iyi fark ediyorum. Zeynep Reyyan ile
geçirdiğim her dakikanın ardından babam aklıma geliyor. Ah babam, az vakit
geçirmişiz çocukluğumda, zaman ilerledikçe daha büyük bir bağla bağlanıyorum
sana…
Geçen zaman içinde yeni yerler gördüm, uçak yolculukları
yaptım, koltuklarda uyumaya çalıştım, yazılar yazdım, hikayeler, masallar
uydurdum, düşler kurdum, bolca okudum. Evet, bir önceki yazı ile bu yazı
arasında çok okudum, çok düşündüm. Az konuşmaya çalışacağım…
Kitaplığımdaki kitapları düzenlemekten usandım artık.
Sanıyorum ki iyi bir temizliğe ihtiyacım var ama kıyamıyorum ki.
“Bütün bu kitapları okudun mu?” diye şaşkınlıkla
soruyorlardı ve dut yemiş bülbül gibi kalıyor, “Şey,” diyerek kem küm ediyor,
cevap veremiyordum.
Artık bir cevabım var, “Elbette hayır, okumadım sevgili dostum,
çünkü sadece bu gördüklerini okumakla yetinmedim, çok daha fazlasını okudum,”
*
Geçen sene de aynı şeyleri düşünmüş ama yazmamıştım.
Kilolarımdan memnun değilim. Daha doğrusu kilolu olmaya alışık değilim. Fakat
Entel Gürme’m öyle güzel yemekler yapıyor ki, “Hayır, olmaz, yapmamalısın,”
desem de kendi kendime, yapıyorum, afiyetle yiyorum…
Seyirlik bir mutluluk değil benim ki, uzun bir yolculuk,
uzun bir düş, uzun bir gerçek. Sahip olduğum en güzel hediye, en büyük
mutluluk. Önüm, arkam, sağım, solum… Suskunluğum…
*
Bugün 8 Nisan ve
benim doğum günüm, gökyüzünde gri bulutlar var, koyu, kasvetli bir hava sarmış
dört bir yanımı, başımı kaldırıp gökyüzüne bakamıyorum. Yıllardır güzel,
güneşli nisanlarla karşılamıştım doğum günümü ve her birinde, “Ben doğduğumda
yağmurlar ve soğuklar devam ediyormuş, annem öyle diyor,” diyordum. İşte ona
benze bir gün belki de…
*
Vaktin nasıl ilerlediğini fark edememişim. Aklımı kurcalayan
düşüncelerle hangi yöne gittiğimi, saatin kaç olduğunu bilmeden öylece
büyümüşüm. Kendimi bir bulmacada sona bırakılmış zor bir soru gibi
hissediyorum. Kimse bulamıyor cevabımı ve hep sonraya, bir sonraya
iteleniyorum. İçimden geçen bazı harfleri bulduklarını düşünüyorlar. Sonra
dönüp dönüp tekrar bakıyorlar. Olmuyor.
Büyük, devasa bir gerçeklik duruyor önümde.
Keşke kestirme yolları olsaydı, aklımın odalarının.
İşte her zamanki terane, her zamanki ben
Ters mi dönmüş dünya, yoksa yine mi ben...
Bugün benim doğum günüm ve bu sabahta aynı hissizlikle
aralıyorum göz kapaklarımı, ritmini hiç kaybetmiyor hayat, aynı nakaratı
yaşatıp duruyor. Elimi yüzümü yıkayıp, aynada kendimi gördüğümde fark ediyorum
aradan yıllar geçmiş olduğunu. ‘Yıllar önce bir gün, yıllar önce o gün, yıllar
önce o sabah’ diyorum içimden, kendim dahi duyamıyorum fakat, ‘aklımda sadece
çizgi filmler vardı…’.
*
Kısa cümlelere sığındım
Uzun uzadıya konuşamıyorum,
Gittikçe yitiriyorum, Yetilerimi.
İnsanlar, sokaklar, binalar, bir olmuşlar, üstüme yürüyorlar
Korkuyorum.
Böyle olmamalıydı.
O sarı saçlı çocuk, bu kadar çabuk pes etmemeliydi.
Tamam, yeter. Ne olur izin verin
Kısa cümleler kurayım.
Nokta, her şeye yeniden başlamak demekti
Yanılmışım.
Kırık, dökük değilim.
Sadece, korkuyorum.
Korktuğumu belli ediyorum.
Şimdi uyusam, uyusam, uyusam
Uykumda düşe uyansam
Düşlerim gerçeğe dalsa.
Hiç olmazsa bir defa, bir ah
Sıkıştım, yüksek binaların giriş katında
Büyük depremler bekliyor kalbim.
Büyük mutluluklara gebe iken ben.
Kısa cümleler kurmama izin verin,
Kısa cümleler kurmama izin verin,
/dişlerimdeki sarı lekeler, tırnaklarımdaki yenikler ve
korku. İşte hepsi bu/
*
Bugün benim doğum günüm ve şen şakrak bir yazı olmalıydı bu.
Fakat otuzuna yaklaşınca insan ve kaybetmekten korkarsa sevdiklerini,
dizlerindeki yaralar iyileşse de kalbindeki yaralar derinleşiyorsa, işte o zaman
korkuyor insan ve korkmakta haklı görüyor kendini…
Dün sabah uyandım, Zeynep Reyyan ile birlikte ‘Hüdayda da
Ankaralım Hüdayda’ şarkısını söyledik. Onun gözlerindeki neşe hem benim, hem
biricik annesinin yaşama kaynağı. O gülünce güller açıyor her yanda, neşe
bulaşıcı olduğunu gösteriyor.
Rabbime binlerce kez, şükrediyorum, bana halimi anlayan bir
eş, cennet kuşu bir evlat ve kul olmayı nasip ettiği için.
*
Bütün yazılanların, kelimelerin hatrına
Gelen baharın, cemrelerin hatrına
Yalnızlığın hatrına, paylaşmanın hatrına
Bugün senin doğum günün Adem,
Bugün 8 Nisan 2013,
Ve iyi ki doğdun Adem,
İyi ki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder